Çıktığı bir televizyon ortak yayınında Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın, Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş hakkında ortaya atılan sahte senet iddiaları üzerine “Seçimlere girebilse dahi, seçimden sonra bunun bedelini kendisi ödeyeceği gibi bedelini Ankaralılara da ödetme durumuna düşürür” sözlerini yaptığı yazılı açıklamada değerlendirdi.
“İkinci derecede kumpaslar, iftiralar, yalan haberler işletilmekte, yargı yönlendirilmekte, adaylara “kayyım” işaret edilerek nizam verilmeye çalışılmaktadır” diyen Demokrat Parti Genel Başkanı Afyonkarahisar Milletvekili Gültekin Uysal, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şu görüşleri dile getirdi:
“Seçimler hükmünü kaybetmeye başlamıştır”
“İki gün evvel Ak Parti Genel Başkanı Sayın Erdoğan´ın bir televizyon programında Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı ve yaşanan tartışma ve baskılara bakılırsa “yeni başkan”ı olan Mansur Yavaş hakkında “bedelini öder” şeklindeki açıklamaları, elimizde kalan tek demokratik ölçüt olan seçimlerin de hükmünü kaybetmeye başladığını göstermiştir.
İktidar; seçimleri kendisi kazandığında makul görmekte, kaybedeceğini anladığında ise elindeki “yetkiyi kötüye kullanarak” milli iradeyi zapt edebileceğini beyan etmektedir.
“TV kanallarından yargıyı yönlendiriyor”
Geçmişte -belki- başka iletişim araçları ile yargıya talimat veren iktidar şimdi, büyük bir fütursuzlukla TV kanallarından yargıyı yönlendirmektedir.
Rekabet ettiğimizi düşündüğümüz gelişmiş ülkelerde adli kolluk kuvvetleri, temel hukuki değerleri ve kuralları takip ederken, maalesef bizim ülkemizdekiler‘ortak yayın´ları ve ‘basın bildiri´lerini takip etmeye başlamıştır.
Evrensel hukuki değerlerin ve insan haklarının, demokrasinin ileri seviyede yaşandığı ülkelerde hukukun kaynakları; anayasa, kanunlar, KHK´lar, tüzük, yönetmelik, örf – adet ve doktrinlerdir. Türkiye´de ise hukukun kaynaklarını; KHK´lar, zanlar, TV yayınları, köşe yazıları, sosyal medya paylaşımları ve şahsi fikirler teşkil etmeye başlamıştır.
“Bu seçim, 16 Nisan Referandumu´nun getirdiği
yeni “kadük” sistemin nihai bir çıktısı olarak eşitlikten uzaktır”
Üzülerek görüyoruz ki “Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun”un 2. Maddesi çiğnenmektedir.
Kanunun 2. Maddesi “Seçimler, serbest, eşit, tek dereceli genel oy esaslarına göre yapılır. Seçmen oyunu kendisi kullanır.” der. Ancak bu seçim, 16 Nisan Referandumu´nun getirdiği yeni “kadük” sistemin nihai bir çıktısı olarak eşitlikten uzaktır. Seçmenlerin irade serbestisi, korku, baskı ve aldatma ile yok edilmekte, seçilmesi muhtemel bir aday “seçilirse bedeli öder” şeklinde tehdit edilerek seçmen oyunu kendi kullansa da, kararı “güçlü” vermektedir.
Anayasayı türlü şekillerde delen, delik-deşik eden iktidar partisi ve genel başkanı Tayyip Erdoğan, anayasamızı bir kez daha delmiştir.
“Anayasamız çiğnenmektedir”
Anayasamızın 67. Maddesi seçimler ve halkoylamasının “tek dereceli” olduğunu salık vermektedir. Ancak iktidar partisi ve genel başkanı Tayyip Erdoğan, bu amir hükmü de çiğnemiş, “çift dereceli” bir sistem ihdas etmiş, ilk derecede seçmenin oyunu alan kendilerinden değilse ikinci bir dereceyi devreye sokacaklarını göstermiştir.
Bu ikinci derecede kumpaslar, iftiralar, yalan haberler işletilmekte, yargı yönlendirilmekte, adaylara “kayyım” işaret edilerek nizam verilmeye çalışılmaktadır.
“Bunun adı nitelikli yağma”
Türk Ceza Kanunu 148. ve 149. Maddeleri, halk arasında “gasp” olarak bilinen “yağma suçu”nu konu etmektedir.
“Yağma Suçu, diğer adıyla gasp suçu, zilyetliği başkasına ait bir menkul malın “cebir” veya “tehdit” kullanılarak zorla alınmasıyla oluşur. Yağma suçu, mağdurun malvarlığına yönelik gerçekleştirilen haksız bir eylemdir.
Demokrasilerde seçmenin en önemli “mal varlığı” ise oy hakkıdır, oyudur.
İktidar, kullandığı “cebir ve tehdit” yöntemi ile seçmenin “mal varlığı”nı elinden almaya teşebbüs etmektedir. TV arşivleri, sosyal medya paylaşımları, gazete haberleri sayesinde, iktidarın, bu suçu işleyeceğine, “milli irade”yi yağma edeceğine, gasp edeceğine yönelik “kuvvetli şüphe” oluşmuştur.
“Keyfine göre değil,
evrensel hukukî kural ve ilkelere göre adalet üretmek gerek”
Ülkenin geldiği halden çıkabilmemiz için "üretim"in ne derece önemli olduğunu devamlı surette anlatmaktayız.
Bugün yaşanan ekonomik “çöküş”ten çıkmanın mal ve hizmet üretmekle sağlanabileceği konusunda, iktidarın dışında kaldığı büyük bir mutabakat ortamı sağlanmıştır.
İktidarın dışarıda kalmasının sebebi ise, tek başına mal ve hizmet üretmenin “çöküş”ü önleyemeyeceğini bilmesi, adalet üretmesi gerektiğini görmesi ancak bunun işine gelmiyor olmasıdır.
Açık bir şekilde görünen şudur ki; çıkış için ön şart, keyfine göre değil, evrensel hukukî kural ve ilkelere göre adalet üretmektir.
“Yargı, ancak iktidarın “karşıt” ilan ettiği kişiler için hızlı davranmaya başlamıştır”
İktidar "milli ekonomi"nin çarkı haline gelmiş 100 yıllık milli birikimini, üretim araçlarını "satmış", aleni bir şekilde, adalet üretmekle mükellef olması gereken yargı mensuplarının bir bölümünü "almış"tır.
Cumhurbaşkanlığının 2019´a yönelik yıllık programında, adli ve idari yargıda “yargılamanın hızlandırılması” temel hedeflerdendir, lakin yargı, ancak iktidarın “karşıt” ilan ettiği kişiler için hızlı davranmaya başlamıştır. Bu bakımdan Cumhurbaşkanlığı´nın koyduğu hedefler tutarlıdır.
Yargı bağımsızlığı, demokratik değerler ve hürriyetlerin seviyesi, "dünya ligi"ndeki konumunuzu belirlemektedir. Ancak bu seçim sürecinde uygulanan "güçlünün adaleti" anlayışı ülkemizi ligden düşürmüştür.”
Ankara
21.11.2024