17 Aralık’tan bu yana AKP hükümetiyle ilgili ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk iddiaları ve yaklaşan 30 Mart seçimleri ülke gündemini fazlasıyla meşgul etmektedir. Ancak bu arada Türkiye için daha hayati önemde bir başka mesele, 30 yıldır süren bölücü faaliyetler hiç olmadığı kadar hız kazanmıştır. Terör örgütünün uzantısı gibi faaliyetlerini sürdüren bir siyasi partinin seçim sonrası özerklik ilan edeceklerine dair açıklamaları ne yazık ki kamuoyunun dikkatinden kaçırılmaktadır. Hizmet Kürtçüsü olduğunu alenen ilan eden Tayyip Erdoğan, Türk milliyetçiliğini ayaklar altına Kürtçülüğü ise tepesine çıkarmakla zaten bu sürecin hazırlayıcısıdır. Hükümetin elinde işlevsizleşen devlet kurumlarının ise yaklaşan bu tehlikeyi ıskaladığı ve görmezden geldiği anlaşılmaktadır. Geçtiğimiz hafta PKK’nın uzaktan kumanda kullanarak patlattığı mayınla bir askerimizi şehit etmesi ve ardından yaşanan silahlı çatışma Türkiye’de pazarlık halinde oldukları belli çevrelere bir mesaj niteliği taşımaktadır. AKP’nin beslediği terör canavarı büyüdükçe azgınlaşmakta ve daha geçtiğimiz hafta çıkarılan sözde demokratikleşme paketi gibi sürekli yeni tavizler istemektedir. Bölgedeki gelişmeler, AKP hükümetinin karartmasıyla gizlenecek boyutu çoktan geçmiş, mızrak çuvala sığmayacak hale gelmiştir.
Seçim süreci ve yolsuzluk tartışmalarının arasında bölücü tehlikenin görmezden gelinmesinde inceden bir toplumsal mühendislik olduğu açıktır. Keza daha dün savcısı rolüne soyundukları davalarla Türk Silahlı Kuvvetlerinin etkisizleştirilmesini sağlayanların, anayasaya mahkemesi kararlarıyla terörist örgüte alt yapı hazırlamaya devam ettiği endişemiz dikkate alınmalıdır. Türk ordusuna kumpas kurulduğunu ve kozmik odalara kadar girildiğini itiraf eden AKP iktidarının bugün Ergenekon tahliyelerini alkışlıyor olması başlı başına bir garabettir. Tahliyeler sevindirici olmakla birlikte, bu durumun açılım süreci ve PKK-KCK elebaşları için zemin hazırlamak maksadıyla kullanılmasının önüne geçilmelidir.
11 yıllık iktidarı boyunca kurduğu çok sayıda gizli ittifakla bir koalisyon hükümetinden farkı olmayan AKP hükümetinin bütün ortakları bugün pişmanlık içerisinde günah çıkarmaktadır. Değişik çevrelere dağıttığı mavi boncukların biri hariç tamamı iade edilmiş ve Tayyip Erdoğan ile yollar ayrılmıştır. Ülkenin liberalleri, AB sevdalıları yıllarca sempati besledikleri Tayyip Erdoğan’ı terk etmiştir. Muhafazakâr çevreler, bilhassa cemaatler Tayyip Erdoğan’ın kendilerini kullandığını nihayet keşfetmiştir. Milli ve manevi değerlerin taşıyıcı olan bütün sosyal yapılar ve kurumlar Tayyip Erdoğan’ın hedef tahtasındadır. Bugün sanıldığı gibi sadece bir cemaate karşı savaş ilan edilmemiştir. Yıllardır bütün milliyetçi mukaddesatçı yapılar sırayla hedef yapılarak tasfiye edilmektedir. Tayyip Erdoğan’a angaje olan sözde milliyetçi kesimler ise sadece dolgu malzemesi, ihanetlere örtü görevi görmektedir. Elbirliği ile yaratarak olağanüstü vasıflar atfettikleri Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’nin başına bela eden bu çevrelerin, diktatöre dönüşmeye başlayan bu siyasi figürün ülkemize yaşatması muhtemel olumsuzlarıyla ilgili sorumluluk ve veballeri büyüktür.
Tayyip Erdoğan’ı terk etmeyen ve gizli ya da açık her türlü işbirliğini sürdürmeye devam eden sadece bölücü çevreler kalmıştır. 17 Aralık operasyonu ile hükümetin sarsılması ve rüşvet skandallarıyla Tayyip Erdoğan’ın yıpranması en çok bu bölücü çevreleri endişeye düşürmüştür. İmralı’da misafir ettikleri bölücübaşı Apo başta olmak üzere BDP yöneticileri ve Kandil, kendilerini muhatap kabul eden Tayyip Erdoğan’ın iktidarının gidici olmasından duydukları üzüntülerini gizleyememiş ve açılımın zarar göreceği endişelerini defalarca tekrarlamışlardır. Gayet iyi bilinmektedir ki, Tayyip Erdoğan’ın gidişiyle bir ihanet projesi olan açılım süreci bitecektir. Açılım adıyla yürütülen ayrıştırma siyaseti, Tayyip Erdoğan’ın Türk devletinin ve milletinin birliği ve bütünlüğüne indirdiği en büyük darbedir.
Askerin, polisin, hakimin, savcının, basın mensubunun, din adamının, öğretmenin, vatanseverin, milliyetçinin elini kolunu bağlayan bu açılım süreci, eli silahlı teröriste ve destekçilerine serbestçe faaliyet göstereceği sınırsız bir özgürlük tanımıştır. PKK’ya sundukları fırsatları Türk milletinden gizleyebilmek için şehit gelmiyor yalanına sarılan AKP hükümeti, terör örgütünü susturabilmek için vereceği bir şey kalmayınca ne yapacaktır? AKP sayesinde hiç olmadığı kadar güçlenen ve semiren kanlı terör örgütü, artık rahatlıkla özerklik lafları edebilmeyi Kürtçülüğün hizmetkarı Tayyip Erdoğan ve AKP politikalarına borçludur.
Tayyip Erdoğan Kuzey Irak’ta ABD tarafından sınırları çizilmiş sözde Kürdistan’ın başındaki Barzani’nin baş destekçisi ve işbirlikçisidir. Türkiye’de randevu dahi vermediği çevreleri bir ricasıyla kabul edecek kadar Barzani’yle içli dışlıdır. Türkiye’nin en büyük işverenlerinden olan Koç grubunun Barzani’den referansla Tayyip Erdoğan’la görüşmesi her açıdan düşündürücü ve acıdır. Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanı olduğunu defalarca söyleyen Tayyip Erdoğan, bu emperyalist projenin göz diktiği Diyarbakır’da Barzani’yi törenle karşılayarak Türk devletinin otoritesini sıfırlamıştır. Suriye’de ise devam eden iç savaş ve Türkiye’nin hesap bilmeyen dış politikası sayesinde şimdiden üç Kürt kanton bölgesi kurulmuştur bile.
Bölücü Kürt hareketinin gözünü diktiği Türkiye’de ise dağdaki teröristlerin silahla elde edemediği tavizler bizzat AKP hükümeti tarafından hayata geçirilmektedir. AKP hükümeti icraatlarını terörizmi bitirmek yalanının ardına saklasa da, PKK’nın silahlı militanlarının hiçbir şekilde silah bırakmadığı, tam aksine daha fazla hazırlık yaparak güçlendikleri anlaşılmaktadır. Silah bırakmadığı müddetçe terörist grupları muhatap alan bir ülke örneği dünyada yoktur. Tayyip Erdoğan’ın Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve MİT müsteşarı gibi A takımıyla birlikte PKK’yı muhatap alması tarihi bir hatadır. AKP’nin PKK ile bu işbirliği Oslo’da açığa çıkmış, devletin terör örgütünün ayağına götürüldüğü Habur rezaletine rağmen devam etmiş, Polis akademisinde düzenlenen Kürt sempozyomu ise bütün olan bitenin üstüne tüy dikmiştir. Yayınlanan İmralı tutanaklarıyla bebek katili teröristbaşıyla işbirliği bir kere daha tescillenen Tayyip Erdoğan’ın medya patronuna öfkesinin sebebi, Türk milletinin gerçekleri öğrenmesinden duyduğu endişeden kaynaklanmaktadır. Terörist örgütle seçim ittifakları yapacak kadar şirazesinden çıkan bu zihniyet, rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla düştüğü denizde yılana sarılmaktan çekinmeyecek vaziyettedir.
Buna karşılık, binlerce yıllık bir devlet geleneğine sahip Türkiye’nin kurumları yaşanan kaos ortamı nedeniyle asli vazifelerini yerine getiremez vaziyete düşmüştür. Milliyetçi Hareket Partisi olarak devletimizin bekası ve büyük Türk milletinin mukadderatından endişe duyuyor ve bilhassa devlet mekanizmasının sağlıklı bir şekilde işletilmesinin önemine dikkat çekiyoruz. Parlamenter demokratik hukuk devleti niteliğinin yanı sıra milli ve üniter yapıya yönelen büyük tehlikeden kurtulabilmek için devlet kurumlarının AKP esaretinden kurtarılması sağlanmalıdır. AKP hükümetinin siyasi vesayeti nedeniyle kimi baskıyla ve korkuyla, kimi ise işbirlikçi yöneticilerin marifetiyle etkisizleştiren kurumların milli, hukuki ve demokratik tepkiler vermeye başlamasının zamanıdır. Kamu görevlileri siyasi partilere değil, millete olan sadakatlerini göstermelidir.
Başta Cumhurbaşkanlığı makamı olmak üzere, TBMM, yürütme organı, yüksek yargı organları, Türk Silahlı Kuvvetleri, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarına kuruluş ve varlık misyonlarını hatırlatmak istiyoruz. Nasıl ki bir Müslüman Yaradan’a yemin ettiğinde samimi olmaya vicdanen mecbur hissederse, devletin en tepesindeki makamların Türk milleti adına ettikleri yeminleri için de vicdanlar harekete geçmelidir. Kuruluş felsefesine, devletin bekasına ve milletin birliğine yemin eden cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, yargı üyeleri, silahlı kuvvetler, emniyet mensupları ve diğer kurumlar Türkiye’nin sahipsiz olmadığını göstermelidirler. Yapılması gereken anayasada yazılıdır ve çok basittir; yargı işlemeli, yasama bağımsız olmalı, yürütme tahakkümden vazgeçmeli, asker ve polis görevinin sınırlarına çekilmeli, medya bağımsızlığını millete dayandırmalıdır.
Devletin en tepesindekiler dâhil olmak üzere, büyük Türk milletine ve devletine sadakat yemini edenler, bunun gereğini yapmaya başlamalıdır. Aksi takdirde bir de Ülkücülerin yemini vardır ve son nefer, son nefes ve son damla kana kadar Ülkücüler büyük Türk milletinin ve devletinin bekasını savunmaktan geri durmayacaklardır. Hiç bir makam ve şahıs yemininde sadık olmasa dahi, Milliyetçi Ülkücü Hareket ettiği yeminin arkasında yılmadan yıkılmadan durmaya devam edecektir.
Ankara
21.11.2024