Atatürk’ün liderliğinde yedi düvel’e ders vererek Osmanlı İmparatorluğu bakiyesinden yeni ve genç cumhuriyet yaratılmış ve Türk Milleti ayağa kalkmış olmasından dolayı bu büyük lideri tüm dünya ülkeleri hazmedememiştir.
David Lloyd 1916-1922 arasında İngiltere başkanı, Liberal Parti’den seçilen son başkandı. I. Dünya savaşı boyunca ülkesini yönetti, savaş sonrasında Avrupa’nın yeniden şekillenmesinde başrol oynadı.
Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama siyasetini destekledi, kurtuluş savaşı süresince İngiliz Hükümeti’ni idare etti. Türkiye cumhuriyetinin kurulmasına neden olan Türklere karşı açılmış savaşın baş mimarı oldu. Çanakkale yenilgisi ile ingiltere’nin sömürgecilik azınlığı duraklamış, tarih irdelendiğinde başka ülkelerinden güç alarak İngilizlere karşı cesaretlenmişlerdi. Bu itibarla İngiliz Lordlar kamarası telaşa düşerek, ortam karışmış ve hükümet başkanı David Loyd George’nin hemen lordalar kamarasını hesap vermesi istenmiş ve bu yenilgi ve büyük bozgunun sebebi sorulmak istenmiştir.
David Loyd George kürsüye çıkmış ve İngiliz Lordlar kamarasında, şu konuşmayı yapmış ( tarih sayfalarında mevcut):
Tenkitleriniz de çok haklısınız;
Özellikle Fransız ve İngilizlerin o dev donanması, yüz binlerce İngiliz, Fransız, Afrikalı, Hintli askerlerle yaptığımız bu çıkartma tam bir hezimetle sonuçlandı. Elbette üzgünüm; fakat sizler de şunu unutmayınız. Dünyaya her yüz yılda bir dahi gelir. Bu yüzyılın dâhisi maalesef Türklere nasip olmuştur. Çanakkale’de karşımıza Mustafa Kemal adında bir Türk subayı çıkmıştır. Mustafa Kemal’in dehasına karşı elden ne gelirdi. Demiştir.
Nitekim Atatürk’ün vefatından sonra;
Alman prof. Walter L. WRIHT Jr. O kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir didaktör değil, gelecek kuşaklar için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandır,
Alman Prof. Herbert MELZİNG(tarihçi) Istırap çeken Dünyada, barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini isteyenler ATATÜRK’ ÜN İMAN verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar. Diye tarih sayfalarına not düşmüşlerdir.
İşte böyle bir kahramandan yedi düvel bugün bile bunun intikamını başka yöntemlerle almaya çalışmaktadırlar, bugüne kadar süren bu davaları hiç bitmeyecek ama yinede başaramayacaklar.
Yedi düvel intikamını almak için, bu milletin bazı evlatlarını kullanmaktan geri kalmadığı gibi, cumhuriyetin kurulmasından 89 yıl geçmesine rağmen kendi içimizden bir takım çevreler gerek tek parti döneminin sancılarının getirdikleri, gerekse o dönemin ekonomik ve sosyal gelişmemişliğinin olumsuzlukları, demokrasinin yerleşmemesi gerektiği birtakım sorunlar, milliyetçiliğin düşmanlara verdiği rahatsızlığın bahanesi, cehaletin ve yoksulluğun hakim, olduğu bu zaman ortamının getirdiği sıkıntıları ve maalesef halifeliğin kaldırılması dahil, her türlü dini esturamanları kullanarak Mustafa Kemal Atatürk’ü yıpratarak adını silmek için çaba sarf ederken Atatürk’ün dinsiz olduğunu dahi söylemekten çekinmeyenler oldu. Atatürk’ü sahte Atatürkçülerde yıpratmıştır, o da başka bir acı gerçek, bunu unutmamak gerekir.
Dindarla dinciliği karıştırdık, dincilik nedir bakalım anlamına; Dincilik” Dini görüşleri her alana yaymak isteyen kimse” Dindarlık nedir? Dindarlık “ din inancı güçlü, din kurallarına bağlı(kimse), mütedeyyin. Öte yandan dindar; (farsça- Arapçada erkek ismidir) bunun manası da, Allah’a inanmış bağlanmış olan kimse demektir.
Dindarlık, dini varlık, bağnazlık, diğerini ötekileştirmek değildir, dindarlık, Allah’a saygılı, yaratılanlara şefkatli ve merhametli olmaktır. Alçak gönüllülük, samimiyet ve sevgidir. Husumet, kibir değildir, Allah’a, kendimizi, tüm millete ve insanlara, bütün kâinata karşı dürüst, adil, samimi bir şekilde ahlaklı olmaktır.
Dinci, Çıkarlarına aykırı olan hiçbir şeye ve hiçbir kişiye, kendi kusurundan ötürü bile affedilmiş olsa dahi vefa göstermez.
Dincinin en büyük eksikliğinin yanında ahde vefasının olmamasıdır. Bu saptamayı tersten okursak, dindar kişinin şükreden, kıymet bilen, ülkesinin geleceği için gerektiğinde hayatını ortaya koyabilen, ikbal için milletine yalan söylemeyen, dini istimrarı yapmayan kişi demektir.
Yaşar Nuri Öztürk’ün Allah ile aldatmak kitabında dediği gibi; Günahtan korkmayıp esas olan şirkten korkmak gerektiğidir, Çünkü Allah, günahından dolayı boyun büküp af dileyenleri affeder amma, şirke bulaşanları asla affetmeyeceğini açıkça bildirdiğini unutmamak gerekir. Evet, günahtan değil şirkten korkmak gerek, çünkü olduğun gibi görünmemek veya göründüğün gibi olmamaktan korkmak gerektiğini bilmek gerek.
İşte Mustafa Kemal böyle bir liderdi, gerçek dindar ama dinci değildi. Çünkü Atatürk’ün dine bakış açısı, söylediği sözlerden ve hareket tarzından çok açık bir şekilde anlaşıldığı halde birileri bunu anlamamakta ısrar ediyor.
Atatürk 02.02.1923 İzmir de Türkiye’nin geleceği ile ilgili yaptığı konuşmada dinsiz bir insanın yaşamasının mümkün olmadığını ifade ederken “ Bence dinsizim diyen mutlaka dindardır.” İnsanın dinsiz olmasının imkânı yoktur. Dinsiz kimse olmaz demiştir.
Diyanet işleri Bakanlığı’nın yayınladığı aylık Diyanet dergisinde 20089 yılı nisan sayısında “Atatürk, Din ve Din Adamları” konusu işlendiği ile ilgili yayınında, Atatürk’ün din konusundaki düşünceleri ve uygulamaları, resmi dairelerde namaz kılanları ve bu kurumlarda mescit bulunduğunu gammazlayanlara en güzel cevabı veriyor. Dosyayı hazırlayan Prof. Dr. Ali Sarı koyuncu, Atatürk’ün din ve laiklik hakkındaki görüşlerinin “ en az bilinen ve en çok istismar edilen” yönü olduğunu söylediğini bilmek gerek.
Diğer taraftan Sayın. Sarı koyuncu “Özellikle laiklik konusunda pek çok çalışmanın olduğunu, ancak bunların çoğu incelendiğinde ya Atatürk’ün din ile ilgili sözlerini aktarmakla yetinilmiş ya da onun laiklik anlayışında din ve din adamlarına yer verilmemiştir.” Değerlendirmesini yaptığını ortaya koymuş olduğu bilinmelidir.
Atatürk’ün dini toplumsal hayattan çıkarmak ya da dinin özüne dokunmak gibi bir amacının olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Ali sarı koyuncu, Mustafa Kemalin hurafelere ve din istismarlarına karşı olduğunu şu sözlerle anladığını belirtiyor: “Bu da din düşmanlığı değildir; gerçek dindarlıktır. Bu sebepledir ki, laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, Atatürk de dinsiz değildi.” Atatürk dindar bir insandı ve insanların kurtuluşunun peygamberimizin gösterdiği yolu tam olarak takip etmek olduğunu söylemiştir.
Peygamberimize karşı derin bir sevgi taşıyordu. Kuran’a karşıda derin bir sevgisi vardı. Bir gün konuşmasında şu açıklamayı yapmıştı: “Hey büyük Allah’ım… Kuran’a inanmayan kâfidir, bize nasıl yol gösteriyor? Bunları tüm dünyaya okutmalıyız. Okurken ruhum coşuyor, size de oluyor mu?
Mustafa Kemal Atatürk’ün, namaz kılan yüksek rütbeli bir subayı ihbar eden milletvekilinin, Trenden indirilmesini istediği ortaya çıktı. Atatürk, aynı milletvekilinin tekrar seçilmesini de engellemişti. Bu olayı aktaran Dumlupınar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Sarı koyuncu, Atatürk’ün, gammazcı vekil hakkında, “Bu adam namaz kılmayı kendi aklınca suç görüyor” dediği tarih sayfalarında yer aldığını aktarmıştır.
Emekli eğitim üyesi Yrd. Doç. A. Vehbi Ecer’in, “Atatürk’de peygamber sevgisi” başlıklı yazısında, yaşanan olaylarla Atatürk’ün Hz. Muhammed’e duyduğu sevgi ve saygı anlatılıyor. “Beğenilen, değer verilen, önemli görünen şey sevilir. Atatürk’ün beğendiği, saygı, değer verdiği, takdir ettiği en büyük insan Peygamberimiz Hz. Muhammed idi” ifadesinin yer aldığı yazıda, Atatürk’ün Hz. Muhammed’in büyüklüğüne dil uzatanları affetmediğine dikkat çekerek yaşanan şu olaya yer veriyor: Allah ve Peygamber konuları ulu orta Atatürk’ün yanında tartışma konuşu yapılamazdı. Bir gece sofrada sohbet sırasında, Peygamberi tenkit ederek Atatürk’e yaranacağını zanneden birinin konuşmasını kızgın bir şekilde elini masaya vurarak, keser ve ‘bu konuyu kapatın… Peygamberi küçülmek isterseniz, kendiniz küçülürsünüz!’ der.
Atatürk’ün 1926 yılında yaptığı bir konuşmada Hz. Muhammed’in (s.a.v), kabilesi tarafından, sevilen bir kişi ve nal peygamber olduğunu anlattığı belirterek, konuşmada şu örnek cümleler veriliyor:
“Son peygamber olan Muhammed Mustafa (s.a.v) 1394 sene evvel Rumi nisan içinde rebiyülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu… Hz. Muhammet (s.a.v) eyyam-ı sahavet (çocukluk günleri) ve şebabeti(gençliği geçirdi. Fakat henüz Peygamber olmadı. Yüzü nurani (ışıklı, saygı uyandıran) sözü ruhani, reşit, rüyette bibedel(görünüşte emsalsiz), sözüne sadık ve halim, mürüvvetçe (iyilikseverlikte) saire faik(başkalarına üstün) olan Muhammed Mustafa (s.a.v), evvela bu evsafı mahsusa (özel nitelik) ve mütemayizsiyle (sivrilmesiyle…) kabilesi içinde Muhammed’ ul emin (Güvenilir Muhammed) s.a.v oldu.
Muhammed Mustafa(s.a.v), peygamber olmadan evvel kavminin muhabbetine, hürmetine, itimadına mazhar oldu. Ondan sonra ancak 40 yaşında nübüvvet ve 43 yaşında risalet (peygamberlik) geldi. Fahr-i Efendimiz namütanahi (sonsuzca) tehlikeler içinde, bipayan (tükenmez) mihnetler ve meşakkatler karşısında 20 sene çalıştı ve din-i İslami tesise ait vazife-i peygambersiniz ifaya muvaffak olduktan sonra vasıl-ı ala-yı illiydin (cennetin en yüce yerine erişen) oldu.
1930 yılında Hz. Muhammed’i (s.a.v) küçük düşürmeye yönelik ifadeleri içeren bir kitap ve yazar hakkında Atatürk’ün, şu açıklamayı yaptığı kaydediliyor: “Muhammed’i (s.a.v) bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bir cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktanda çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasi görüşüyle de yükselen bir insanı cezbeli bir derviş gibi tasfire yeltenen serseriler, bizim tarih çalışmamızı katılamazlar.
Muhammed(s.a.v), bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.
İslam dininin dünya insanlığı için büyük bir inkılâp olduğunu ifade eden, Atatürk’ün, Hz. Muhammed’in (s.a.v) vefatının yıldönümü dolayısıyla 1930 yılında yaptığı bir konuşmada da:
İslam dininin insanlık için bir inkılâp oluşunu ve korunması gerektiğini şu cümlelerle açıkladığı kaydediliyor: “ Büyük bir inkılâp yaratan Muhammed’e (s.a.v) karşı bahsedilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, bir an evvel onu toprağa tevdi etmek değil yaratmış olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı…
İslam dinini iyi anlayan ve İslam peygamberinin büyüklüğüne, eşsizliğine hayran olan, O’na iftira edilmesine razı olmayan ve izin vermeyen Atatürk’ün dine ve peygambere karşı olmadığı anlatılan yazıda, Atatürk’ün yanlış ve batıl inançlar dini istismara karşı olduğuna işaret ediliyor.
Atatürk’ün din adamlarına ve dini vecibelerini yerine getirenlere son derece saygılı olduğu yaşanmış bir örnekle anlatılıyor. Bazılarına göre, “Atatürk’ün dini toplumsal hayattan çıkartmak istediği, dini değerleri kullanarak hedefine ulaştığı ve sonradan dini ortadan kaldırmak istediği söylenir. Atatürk’ün dine ve dini değerlere değil, hurafeciliğe ve din istismarlarına karşı olması son derece tabidir. Bazılarının inandığı gibi Atatürk ne hatasız biriydi, ne de peygamber, bazılarının inandığı gibi ne de bir deccaldı o. Ülkemizde bu her iki akım varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Atatürkçülükle ilgili olmayan birtakım çevreler, yaptıkları melanitleri sav Unutmamak gerekir ki, iftira çok büyük günahtır, Atatürk milliyetçi olduğu kadar da Müslüman ve samimi bir dindardır.
Çünkü:
“Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur.”(Atatürk’ün söylev ve demeçleri, c.1,s.225 ) Atatürk’ün manevi kızı Sabiha gökçen Mustafa Kemal’i şöyle anlatıyor:
“Ata’nın elini öpmek üzere’’ yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim. Birden derin bir iç geçirdi. ve “Allah” dedi. O bunu sık, sık tekrarladı… “Çok iyi, Allah, büyük bir kuvvettir. Ona inanmak lazımdır” dedi. Ve bu konuda uzun, uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur. Ve Ata, bütün söylenenlerin hilafında dindar bir insandı.(Avni Altın er, Her Yönüyle Atatürk, 2. Baskı, Bakış kütüphanesi, İstanbul, 1974,s. 376)
Hiçbir ülke KENDİ KURUCU LİDERİNİ bu şekilde yok edip silmek, yapılanları inkâr etmek gibi bir ihanet ile tarihte yer aldığını görmedim, duymadım, okumadım. Bundan sonra da görmemizin, duymamızın, okumamızın mümkün olmayacağına inanıyorum.
Atatürk’ün liderliğinde yedi düvel’e ders vererek Osmanlı İmparatorluğu bakiyesinden yeni ve genç cumhuriyet yaratılmış ve Türk Milleti ayağa kalkmış olmasından dolayı bu büyük lideri tüm dünya ülkeleri hazmedememiştir.
David Lloyd 1916-1922 arasında İngiltere başkanı, Liberal Parti’den seçilen son başkandı. I. Dünya savaşı boyunca ülkesini yönetti, savaş sonrasında Avrupa’nın yeniden şekillenmesinde başrol oynadı.
Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama siyasetini destekledi, kurtuluş savaşı süresince İngiliz Hükümeti’ni idare etti. Türkiye cumhuriyetinin kurulmasına neden olan Türklere karşı açılmış savaşın baş mimarı oldu. Çanakkale yenilgisi ile ingiltere’nin sömürgecilik azınlığı duraklamış, tarih irdelendiğinde başka ülkelerinden güç alarak İngilizlere karşı cesaretlenmişlerdi. Bu itibarla İngiliz Lordlar kamarası telaşa düşerek, ortam karışmış ve hükümet başkanı David Loyd George’nin hemen lordalar kamarasını hesap vermesi istenmiş ve bu yenilgi ve büyük bozgunun sebebi sorulmak istenmiştir.
David Loyd George kürsüye çıkmış ve İngiliz Lordlar kamarasında, şu konuşmayı yapmış ( tarih sayfalarında mevcut):
Tenkitleriniz de çok haklısınız;
Özellikle Fransız ve İngilizlerin o dev donanması, yüz binlerce İngiliz, Fransız, Afrikalı, Hintli askerlerle yaptığımız bu çıkartma tam bir hezimetle sonuçlandı. Elbette üzgünüm; fakat sizler de şunu unutmayınız. Dünyaya her yüz yılda bir dahi gelir. Bu yüzyılın dâhisi maalesef Türklere nasip olmuştur. Çanakkale’de karşımıza Mustafa Kemal adında bir Türk subayı çıkmıştır. Mustafa Kemal’in dehasına karşı elden ne gelirdi. Demiştir.
Nitekim Atatürk’ün vefatından sonra;
Alman prof. Walter L. WRIHT Jr. O kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir didaktör değil, gelecek kuşaklar için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandır,
Alman Prof. Herbert MELZİNG(tarihçi) Istırap çeken Dünyada, barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini isteyenler ATATÜRK’ ÜN İMAN verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar. Diye tarih sayfalarına not düşmüşlerdir.
İşte böyle bir kahramandan yedi düvel bugün bile bunun intikamını başka yöntemlerle almaya çalışmaktadırlar, bugüne kadar süren bu davaları hiç bitmeyecek ama yinede başaramayacaklar.
Yedi düvel intikamını almak için, bu milletin bazı evlatlarını kullanmaktan geri kalmadığı gibi, cumhuriyetin kurulmasından 89 yıl geçmesine rağmen kendi içimizden bir takım çevreler gerek tek parti döneminin sancılarının getirdikleri, gerekse o dönemin ekonomik ve sosyal gelişmemişliğinin olumsuzlukları, demokrasinin yerleşmemesi gerektiği birtakım sorunlar, milliyetçiliğin düşmanlara verdiği rahatsızlığın bahanesi, cehaletin ve yoksulluğun hakim, olduğu bu zaman ortamının getirdiği sıkıntıları ve maalesef halifeliğin kaldırılması dahil, her türlü dini esturamanları kullanarak Mustafa Kemal Atatürk’ü yıpratarak adını silmek için çaba sarf ederken Atatürk’ün dinsiz olduğunu dahi söylemekten çekinmeyenler oldu. Atatürk’ü sahte Atatürkçülerde yıpratmıştır, o da başka bir acı gerçek, bunu unutmamak gerekir.
Dindarla dinciliği karıştırdık, dincilik nedir bakalım anlamına; Dincilik” Dini görüşleri her alana yaymak isteyen kimse” Dindarlık nedir? Dindarlık “ din inancı güçlü, din kurallarına bağlı(kimse), mütedeyyin. Öte yandan dindar; (farsça- Arapçada erkek ismidir) bunun manası da, Allah’a inanmış bağlanmış olan kimse demektir.
Dindarlık, dini varlık, bağnazlık, diğerini ötekileştirmek değildir, dindarlık, Allah’a saygılı, yaratılanlara şefkatli ve merhametli olmaktır. Alçak gönüllülük, samimiyet ve sevgidir. Husumet, kibir değildir, Allah’a, kendimizi, tüm millete ve insanlara, bütün kâinata karşı dürüst, adil, samimi bir şekilde ahlaklı olmaktır.
Dinci, Çıkarlarına aykırı olan hiçbir şeye ve hiçbir kişiye, kendi kusurundan ötürü bile affedilmiş olsa dahi vefa göstermez.
Dincinin en büyük eksikliğinin yanında ahde vefasının olmamasıdır. Bu saptamayı tersten okursak, dindar kişinin şükreden, kıymet bilen, ülkesinin geleceği için gerektiğinde hayatını ortaya koyabilen, ikbal için milletine yalan söylemeyen, dini istimrarı yapmayan kişi demektir.
Yaşar Nuri Öztürk’ün Allah ile aldatmak kitabında dediği gibi; Günahtan korkmayıp esas olan şirkten korkmak gerektiğidir, Çünkü Allah, günahından dolayı boyun büküp af dileyenleri affeder amma, şirke bulaşanları asla affetmeyeceğini açıkça bildirdiğini unutmamak gerekir. Evet, günahtan değil şirkten korkmak gerek, çünkü olduğun gibi görünmemek veya göründüğün gibi olmamaktan korkmak gerektiğini bilmek gerek.
İşte Mustafa Kemal böyle bir liderdi, gerçek dindar ama dinci değildi. Çünkü Atatürk’ün dine bakış açısı, söylediği sözlerden ve hareket tarzından çok açık bir şekilde anlaşıldığı halde birileri bunu anlamamakta ısrar ediyor.
Atatürk 02.02.1923 İzmir de Türkiye’nin geleceği ile ilgili yaptığı konuşmada dinsiz bir insanın yaşamasının mümkün olmadığını ifade ederken “ Bence dinsizim diyen mutlaka dindardır.” İnsanın dinsiz olmasının imkânı yoktur. Dinsiz kimse olmaz demiştir.
Diyanet işleri Bakanlığı’nın yayınladığı aylık Diyanet dergisinde 20089 yılı nisan sayısında “Atatürk, Din ve Din Adamları” konusu işlendiği ile ilgili yayınında, Atatürk’ün din konusundaki düşünceleri ve uygulamaları, resmi dairelerde namaz kılanları ve bu kurumlarda mescit bulunduğunu gammazlayanlara en güzel cevabı veriyor. Dosyayı hazırlayan Prof. Dr. Ali Sarı koyuncu, Atatürk’ün din ve laiklik hakkındaki görüşlerinin “ en az bilinen ve en çok istismar edilen” yönü olduğunu söylediğini bilmek gerek.
Diğer taraftan Sayın. Sarı koyuncu “Özellikle laiklik konusunda pek çok çalışmanın olduğunu, ancak bunların çoğu incelendiğinde ya Atatürk’ün din ile ilgili sözlerini aktarmakla yetinilmiş ya da onun laiklik anlayışında din ve din adamlarına yer verilmemiştir.” Değerlendirmesini yaptığını ortaya koymuş olduğu bilinmelidir.
Atatürk’ün dini toplumsal hayattan çıkarmak ya da dinin özüne dokunmak gibi bir amacının olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Ali sarı koyuncu, Mustafa Kemalin hurafelere ve din istismarlarına karşı olduğunu şu sözlerle anladığını belirtiyor: “Bu da din düşmanlığı değildir; gerçek dindarlıktır. Bu sebepledir ki, laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, Atatürk de dinsiz değildi.” Atatürk dindar bir insandı ve insanların kurtuluşunun peygamberimizin gösterdiği yolu tam olarak takip etmek olduğunu söylemiştir.
Peygamberimize karşı derin bir sevgi taşıyordu. Kuran’a karşıda derin bir sevgisi vardı. Bir gün konuşmasında şu açıklamayı yapmıştı: “Hey büyük Allah’ım… Kuran’a inanmayan kâfidir, bize nasıl yol gösteriyor? Bunları tüm dünyaya okutmalıyız. Okurken ruhum coşuyor, size de oluyor mu?
Mustafa Kemal Atatürk’ün, namaz kılan yüksek rütbeli bir subayı ihbar eden milletvekilinin, Trenden indirilmesini istediği ortaya çıktı. Atatürk, aynı milletvekilinin tekrar seçilmesini de engellemişti. Bu olayı aktaran Dumlupınar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Sarı koyuncu, Atatürk’ün, gammazcı vekil hakkında, “Bu adam namaz kılmayı kendi aklınca suç görüyor” dediği tarih sayfalarında yer aldığını aktarmıştır.
Emekli eğitim üyesi Yrd. Doç. A. Vehbi Ecer’in, “Atatürk’de peygamber sevgisi” başlıklı yazısında, yaşanan olaylarla Atatürk’ün Hz. Muhammed’e duyduğu sevgi ve saygı anlatılıyor. “Beğenilen, değer verilen, önemli görünen şey sevilir. Atatürk’ün beğendiği, saygı, değer verdiği, takdir ettiği en büyük insan Peygamberimiz Hz. Muhammed idi” ifadesinin yer aldığı yazıda, Atatürk’ün Hz. Muhammed’in büyüklüğüne dil uzatanları affetmediğine dikkat çekerek yaşanan şu olaya yer veriyor: Allah ve Peygamber konuları ulu orta Atatürk’ün yanında tartışma konuşu yapılamazdı. Bir gece sofrada sohbet sırasında, Peygamberi tenkit ederek Atatürk’e yaranacağını zanneden birinin konuşmasını kızgın bir şekilde elini masaya vurarak, keser ve ‘bu konuyu kapatın… Peygamberi küçülmek isterseniz, kendiniz küçülürsünüz!’ der.
Atatürk’ün 1926 yılında yaptığı bir konuşmada Hz. Muhammed’in (s.a.v), kabilesi tarafından, sevilen bir kişi ve nal peygamber olduğunu anlattığı belirterek, konuşmada şu örnek cümleler veriliyor:
“Son peygamber olan Muhammed Mustafa (s.a.v) 1394 sene evvel Rumi nisan içinde rebiyülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu… Hz. Muhammet (s.a.v) eyyam-ı sahavet (çocukluk günleri) ve şebabeti(gençliği geçirdi. Fakat henüz Peygamber olmadı. Yüzü nurani (ışıklı, saygı uyandıran) sözü ruhani, reşit, rüyette bibedel(görünüşte emsalsiz), sözüne sadık ve halim, mürüvvetçe (iyilikseverlikte) saire faik(başkalarına üstün) olan Muhammed Mustafa (s.a.v), evvela bu evsafı mahsusa (özel nitelik) ve mütemayizsiyle (sivrilmesiyle…) kabilesi içinde Muhammed’ ul emin (Güvenilir Muhammed) s.a.v oldu.
Muhammed Mustafa(s.a.v), peygamber olmadan evvel kavminin muhabbetine, hürmetine, itimadına mazhar oldu. Ondan sonra ancak 40 yaşında nübüvvet ve 43 yaşında risalet (peygamberlik) geldi. Fahr-i Efendimiz namütanahi (sonsuzca) tehlikeler içinde, bipayan (tükenmez) mihnetler ve meşakkatler karşısında 20 sene çalıştı ve din-i İslami tesise ait vazife-i peygambersiniz ifaya muvaffak olduktan sonra vasıl-ı ala-yı illiydin (cennetin en yüce yerine erişen) oldu.
1930 yılında Hz. Muhammed’i (s.a.v) küçük düşürmeye yönelik ifadeleri içeren bir kitap ve yazar hakkında Atatürk’ün, şu açıklamayı yaptığı kaydediliyor: “Muhammed’i (s.a.v) bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bir cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktanda çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasi görüşüyle de yükselen bir insanı cezbeli bir derviş gibi tasfire yeltenen serseriler, bizim tarih çalışmamızı katılamazlar.
Muhammed(s.a.v), bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.
İslam dininin dünya insanlığı için büyük bir inkılâp olduğunu ifade eden, Atatürk’ün, Hz. Muhammed’in (s.a.v) vefatının yıldönümü dolayısıyla 1930 yılında yaptığı bir konuşmada da:
İslam dininin insanlık için bir inkılâp oluşunu ve korunması gerektiğini şu cümlelerle açıkladığı kaydediliyor: “ Büyük bir inkılâp yaratan Muhammed’e (s.a.v) karşı bahsedilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, bir an evvel onu toprağa tevdi etmek değil yaratmış olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı…
İslam dinini iyi anlayan ve İslam peygamberinin büyüklüğüne, eşsizliğine hayran olan, O’na iftira edilmesine razı olmayan ve izin vermeyen Atatürk’ün dine ve peygambere karşı olmadığı anlatılan yazıda, Atatürk’ün yanlış ve batıl inançlar dini istismara karşı olduğuna işaret ediliyor.
Atatürk’ün din adamlarına ve dini vecibelerini yerine getirenlere son derece saygılı olduğu yaşanmış bir örnekle anlatılıyor. Bazılarına göre, “Atatürk’ün dini toplumsal hayattan çıkartmak istediği, dini değerleri kullanarak hedefine ulaştığı ve sonradan dini ortadan kaldırmak istediği söylenir. Atatürk’ün dine ve dini değerlere değil, hurafeciliğe ve din istismarlarına karşı olması son derece tabidir. Bazılarının inandığı gibi Atatürk ne hatasız biriydi, ne de peygamber, bazılarının inandığı gibi ne de bir deccaldı o. Ülkemizde bu her iki akım varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Atatürkçülükle ilgili olmayan birtakım çevreler, yaptıkları melanitleri sav Unutmamak gerekir ki, iftira çok büyük günahtır, Atatürk milliyetçi olduğu kadar da Müslüman ve samimi bir dindardır.
Çünkü:
“Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur.”(Atatürk’ün söylev ve demeçleri, c.1,s.225 ) Atatürk’ün manevi kızı Sabiha gökçen Mustafa Kemal’i şöyle anlatıyor:
“Ata’nın elini öpmek üzere’’ yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim. Birden derin bir iç geçirdi. ve “Allah” dedi. O bunu sık, sık tekrarladı… “Çok iyi, Allah, büyük bir kuvvettir. Ona inanmak lazımdır” dedi. Ve bu konuda uzun, uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur. Ve Ata, bütün söylenenlerin hilafında dindar bir insandı.(Avni Altın er, Her Yönüyle Atatürk, 2. Baskı, Bakış kütüphanesi, İstanbul, 1974,s. 376)
Ankara
03.12.2024