Bugünkü MYK toplantımızda, son dönemde ülkemizde yaşananları ele aldık. Platon, ünlü düşünür Devlet adlı eserinde; “Kötülüğün yolu düz, yeri yakındır. İyiliğe giden yol ise uzun ve sarptır” diyor. Erdoğan Şahsım Hükümeti, koltuğunu korumak için, düz ve yakın yolu seçmiş, kolay olan kötülüğün yoluna sapmıştır. Koltuk uğruna ülkemizde, adaleti çökertmiş, kuralları, kurumları çökertmiş, erdem ve ahlakı çökertmiş, insan haklarını, demokratik değerleri çökertmiş, ekonomimizi, ülkemizi uçurumun kenarına getirmiştir.
UTANMASALAR TBMM’Yİ KAPATACAKLAR
Saraydakiler için artık yasadışı yoktur. Çünkü Saraydakiler, tek bir imzayla kaldıramayacakları yasa veya uluslararası sözleşme olmadığını düşünmektedirler. Utanmasalar TBMM’yi de kapatacaklardır. Son birkaç haftada yaşadıklarımıza bakmak bile, ülkenin nereden nereye savrulduğunu göstermek için yeterlidir. Erdoğan bundan 10 yıl önce, TBMM’de oy birliğiyle kabul edilen “İstanbul Sözleşmesi’nden”, tek bir imzayla ülkeyi çıkarmaya karar vermiştir. Ne Anayasa, ne insan hakları, ne de ahde vefa dinlememiştir. Ucube vesayet rejiminde, tek bir kişinin iradesi, koskoca bir milletin ve 600 milletvekilinin iradesini yok saymıştır. Ülkemizde tek bir imzayla; hem de Anayasanın açık hükmüne rağmen, insan haklarına dair bir uluslararası sözleşmeden çıkılmıştır. Bugüne kadar olmayanlar olmuştur. Türkiye, insan hakları açısından sözüne güvenilmez, riskli ülke konumuna sürüklenmiştir. Medeni dünyada hızla irtifa kaybedilmiştir.
BİR HAFTADA 9 KADIN CİNAYETİ
İstanbul Sözleşmesi’nin amacı, kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti engellemektir. Şimdi böyle bir sözleşmeden tek bir imzayla çıkmak, en çok kimleri cesaretlendirecektir? Elbette kadın ve çocuk katillerini... Son bir haftada 9 kadın cinayete kurban gitmiştir. Ben burada da bu 9 kadından gencecik ikisine değinmek istiyorum. Biri İzmir’de 17 yaşında, aslında çocuk. 5 aylık hamile Sezen Ünlü; diğeri, Aydın’da 31 yaşında, bir çocuk annesi, Necla Demirbaş, şu pandemi krizinde en fazla ihtiyaç duyduğumuz sağlık teknisyenlerinden. Bu iki genç kadının gülüşleri, gelecek hayalleri, umutları, hayatları, adına “dini nikâhlı eş” ve “erkek arkadaş” denen caniler tarafından ellerinden alınmıştır. Sezen Ünlü’nün gözü yaşlı babası, kaybettiği evladının ardından; “Daha önce darp raporu alıp, şikâyetçi olmuştuk. Ama gereken yapılmadı” diye haykırıyor. Şahsım hükümeti ne Sezen’i ne Necla’yı koruyabilmiştir. Ne de geçtiğimiz hafta yitirdiğimiz 9 tane kadını. Bu ülkeyi kim yönetiyor? Bu kadınları koruma sorumluluğu kimin sırtında? Elbette Erdoğan’ın şahsım hükümetinde.
O BEYTİ UNUTTU
Ülkeyi yönetenlerin sorumluluğunu en iyi; “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu” beyti anlatır. Ama sarayın kibirlisi bir zamanlar dilinden düşürmediği, Mehmet Akif’in bu beytini artık hatırlamaz bile. Koltuğunu korumak için, “Ülkede vesayet altına almadığı kurum ve kuruluş bırakmama” operasyonunu tam gaz sürdürüyor. Yargıdan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden sonra sıra, aileyi, kadınları, çocukları vesayet altına almaya geldi.
CİNİ ŞİŞEDEN ERDOĞAN ÇIKARDI
İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılırken, Erdoğan’a ilham kaynağı olan örümcek kafalı yandaşları, şimdi çıkmış; “İstanbul Sözleşmesi yetmez. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da değişmeli” diyerek, el yükseltmeye kalkıyorlar. Cin şişeden çıktı bir kere. Erdoğan bu cini şişeden kendi elleriyle çıkardı. Artık bundan sonra aile içi şiddete maruz kalan her kadın, her çocuk ve işlenecek her kadın cinayetinden, Erdoğan sorumludur.
TBMM, SARAY’IN KAYYUMU TARAFINDAN YÖNETİLİYOR
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması süreci, TBMM üzerindeki vesayetin ortaya çıkması bakımından da ibretlik olmuştur. Yaşananlar TBMM’nin milli iradeye sahip çıkan, milletvekilinin hukukunu koruyan bir başkan tarafından değil, Sarayın atadığı bir kayyum tarafından yönetildiğini de ortaya koymuştur. Bu saray kayyumu Meclis Başkanı’na göre, teknik olarak Erdoğan’ın tek bir imzasıyla, “Montrö’den çekilmek” mümkünmüş… Gerçi şimdi bugün çıkmış bu sözlerini tevil etmeye çalışıyor. Ama testi bir kere çatlamıştır. Eğer bu ülkenin toprak bütünlüğünü ve varlığını sağlayan anlaşmalar, tek bir kişinin imzasıyla yok sayılacaksa, bu Anayasa neden var? TBMM neden var?
TBMM BAŞKANININ SÖZLERİ, YEMİNİNİ ÇİĞNEMEKTİR
Sayın Şentop; Montrö’den çıkmak teknik olarak bile, ne “imkân” ne de “ihtimal” meselesidir. Montrö’den çıkmak, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yeltenmektir. Bunun teknik olarak mümkün olduğunu söylemek, ettiğiniz yemini çiğnemekten başka bir şey değildir. Birde bugün çıkıyorsunuz sizi eleştirenleri istiskal etmeye çalışıyorsunuz. Meclis Başkanı güya bir hukukçu, ihtisası da kamu hukuku üzerine… Hal böyle olunca, ister istemez insanın aklına, Sakallı Celal’in o meşhur sözleri geliyor: “Bu kadar cehalet olsa olsa, ancak tahsille mümkün olabilir.”
UCUBE REJİM ÜLKENİN BEKASINA TEHDİT
Sayın Şentop’un sözleri, bu ucube vesayet rejiminin devletimizin bekası için, ne kadar büyük bir tehdit olduğunu göstermektedir. 20 Temmuz sivil darbesinden sonra, bu ucube rejimi getirenlerin artık tek bir dertleri kalmıştır o da koltuklarını korumak. Nitekim Sayın Şentop’un sözlerinin hemen ardından, yandaş medyada Montrö tartışmalarının açılması, ardından da “Kanal İstanbul İmar Planlarının onaylanması”, asla tesadüf olamaz. Erdoğan’ın okyanus ötesinden, oval ofisten beklediği telefon bir türlü gelmemektedir. Erdoğan da o telefon gelsin diye, taviz üstüne taviz vermeye hazır görünüyor. Bugün Montrö’den en çok kimin rahatsız olduğu bir sır değildir. Kanal İstanbul’un rantını yandaşlarına ve Katar kraliyet ailesine peşkeş çeken Erdoğan, savaş gemileri için Karadeniz’e stratejik bir suyolu açmanın ülkeye maliyetini acaba düşünmüş müdür? Erdoğan bu girişiminin, bölgede yaratacağı sarsıntıları hesaba katmakta mıdır? Hiç sanmıyorum. Varsın o koltukta otursun da, isterse Türkiye yıkılsın. Koltuğunun bekası, Türkiye’nin bekasından çok daha önemli.
ÜLKENİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ TARTIŞMAYA AÇMAKTIR
Açıkça uyarıyoruz: Türk boğazlarının siyasi ve hukuki rejimini tartışmaya açmak, 85 yıldır bir barış gölü olan Karadeniz’in, sıcak bir çatışma alanına dönüşmesine kapıyı aralar. Bu da milletimizin huzur ve refahının, daha da bozulmasından başka bir işe yaramaz. Meclisin kayyum başkanı, bu haklı uyarıları yapanlara mandacı diyerek hakaret edeceğine, 1809’dan bugüne yaşananlara bir bakmalıdır. Erdoğan, emperyal güçlerin oyunlarına piyon olmayı içine sindirebilir. Ama biz Türkiye’nin âli menfaatlerinin, pazarlık konusu yapılmasını içimize sindiremeyiz. Erdoğan’ın Emevi Cami’nde namaz kılma rüyasının, nasıl bir kâbusa dönüştüğünü ulusça hep beraber gördük. Buradan söylüyorum, Montrö’yü iptal etmek, bunun bin beterine yol açar. Ecdadımız Süleyman Şah’ın türbesini düşmana bırakıp, tabutunu sırtlayıp kaçanlara bir defa daha hatırlatıyoruz, Montrö’yü, Lozan’ı tartışmaya açmak, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tartışmaya açmaktır. Bunu aklınızdan dahi geçirmeyin!
BU KADRO ÜLKENİN MENFAATİNE SAHİP ÇIKAMAZ
Ne yazık ki, Erdoğan Şahsım Hükümetinin dış politikadaki hataları, bir değil, iki değil, üç değil... Onlarca hata yapıldı. Erdoğan’ın İhvancı, vesayetçi anlayışı, dış politikamızı şahsileştirip, Dışişleri Bakanlığımızı, bir liyakat kurumu olmaktan çıkardı. Bugün dünyanın yedi kritik başkentinde, büyükelçilik makamında, AK Partili eski vekiller oturuyor. Erdoğan, rüşvetten aklanmamış bakanını bile büyükelçi atadı. Şimdi bunların ülkemizin ali menfaatlerine sahip çıkmasını beklemek abesle iştigaldir.
EMPERYAL GÜÇLER İÇİN AŞİL TOPUĞU
Şahsım Hükümetinin ekonomi yönetiminde yaptığı hatalar, dış politikada yaptığı hatalarla birleşince milletimizin refahını ve devletimizin bekasını açıktan tehdit etmektedir. Ekonomik kırılganlıklarımız, emperyal güçler için kullanışlı bir Aşil topuğuna dönüşüyor. En son AB Komisyonu hazırladığı ortak bildiride, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, gerilimi artırıcı adımlar atması halinde, sert ekonomik yaptırımlar uygulayacağı tehdidinde bulundu. Yaptırım menüsünde neler yok ki… Avrupa Yatırım Bankası’nın faaliyetlerini sınırlayacaklarmış, Türkiye’ye seyahat edilmemesi tavsiyesinde bulunacaklarmış, enerji sektörüne yönelik yaptırımlar, bazı ürün ve teknolojinin ihracatına yönelik kısıtlamalar bu yaptırımlar arasında. Peki, Erdoğan Şahsım Hükümetinden, AB’nin bu tehditlerine bir cevap çıktı mı? Hayır! Aynen ABD parlamentosu “Mal varlığını soruştururum” dediğinde yapıldığı gibi, tehditlerin hepsi sineye çekildi, yutuldu.
İÇERİDE KAPLAN, DIŞARIDA UYSAL KEDİ
Artık önüne gelen Erdoğan Şahsım Hükümeti’ni tehdit ediyor. Erdoğan içeride millete esip gürlüyor, kaplan kesiliyor. Ama dışarıda uysal kedi oluveriyor. Sürekli tehdide açık bir yönetim, ülkemizin çıkarlarını ve ulusumuzun menfaatlerini koruyamaz. Koruyamıyor da zaten. Peki, bu ülkeyi kim yönetiyor? Yaşanan bu zilletin sorumlusu kim? Elbette Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsım hükümeti. Biz işte bunun için, “Ucube tek adam vesayet rejimiyle, ülke huzura refaha kavuşamaz” diyoruz.
UCUBE REJİM BESLEMELERİYLE GELİR
Çünkü biliyoruz ki ucube tek adam vesayet rejimleri, sadece saraylarıyla, uçaklarıyla, araç filolarıyla, israfıyla, debdebesiyle, şaşalarıyla gelmez. Ucube tek adam vesayet rejimleri geldiğinde; hukuksuzluklarıyla, keyfi yönetimleriyle, dalkavuklarıyla, beslemeleriyle beraber gelirler. Onların tek davası makam, mevkidir, nüfuzdur, banka hesaplarıdır, doların yeşilidir, yatlarıdır, katlarıdır, bindikleri spor arabalardır. Bunlar, “Bakara, Makara” diyerek, dinimizle alay ederken, lüks otellerin saunalarında, “Camış misali yatıp”, “Naber fakirler” diyerek milletimizle alay edenlerdir.
BÜRO ELEMANI BÖYLEYSE…
Bu ülkede; pandemide kapatılan işyerlerinde çalışan genç müzisyenler, açlıktan, parasızlıktan yaşamına kıyarken, milyonlarca gencimiz işsiz, geleceksiz, anasının babasının eline bakıyor. AK Partinin büro çalışanının burnu ultra lüks arabalarda pudra şekerleriyle doluyor. 2014’te Kastamonu Belediyesi’ne, kaynakçı kadrosundan giren bu şahıs, yedi yılda bu zenginliğe nasıl erişti? Bu lüks arabalar, bu değirmenin suyu nereden geliyor? Eğer AK Parti Genel Merkezi’nde bir büro elemanı, bu kadar kısa sürede bu kadar serveti elde edebiliyorsa, böyle lüks bir yaşamı büro elemanı maaşıyla sağlayabiliyorsa? O zaman büronun asıl sahipleri acaba neler yapıyor? Ve şimdi beylerdeki telaş acaba neyin telaşı? Olayın üstünü kapatmak için, profesyonel kalemşörleri tarafından melodram üzerine melodram yazılıyor.
TAM DA SİYASETİN KONUSUDUR
Olayı soruşturmakla mükellef İçişleri Bakanı da çıkıyor, “Konuyu siyasileştirmek isteyenler var” diyor. Elbette suçun şahsiliği esastır. Ama nüfuz ticaretine konu mekân, siyasi bir mekân ise, birileri kamu gücünü kullanarak servet ediniyorsa, bu konu tam da siyasetin konusudur. Bugün tüm bunları aydınlatabilecek bir yargı var mı? Olayı tüm boyutlarıyla soruşturacak bir Cumhuriyet Savcısı var mı? Bakalım, göreceğiz. Yolsuzluklar, kamu kaynaklarını talan… Ülkede o kadar büyük bir irin, cerahat birikti ki… Kokusu artık arşı alayı sardı.
MERKEZ BANKASI’NDA BAŞKAN DEĞİŞİRKEN KÖŞEYİ KİM DÖNDÜ
Pis kokular bu olaylarla bitmiyor. Bundan tam 11 gün önce, 18 Mart’ta TCMB faizleri 200 baz puan artırdı. Türk lirası, uzun süreceği beklenen bir değer kazanma sürecine girdi. Ancak bir gün sonra Erdoğan, 132 günlük TCMB Başkanını, gece yarısı sürpriz bir kararla görevden alınca her şey değişti. Türk Lirası hızla değer kaybetti. Faizler arttı. Bu nedenle millet fakirleşirken, birileri de zenginleşti. BDDK verilerine göre, dövizin düşme eğilimine girdiği 18-19 Mart’ta, yani iki günde, yabancı para vadesiz mevduatlarda, 1 milyar 474 milyon dolarlık bir sıçrama olmuş. Yani döviz düşerken vatandaş gitmiş daha fazla düşmesini beklemeden döviz almış. Pazartesi Türk Lirası, dolar karşısında yüzde 10’a yakın değer kaybetmiş. O gün yani Perşembe, Cuma günü 1,5 milyar doları alıp Pazartesi sabahı bu 1,5 milyar doları satanlar tam 857 milyon Türk lirası kazanmıştır.
FAİZİ DÜŞÜRMEYECEKSENİZ, AĞBAL’I NEDEN GÖREVDEN ALDINIZ
Şimdi dövizin Türk lirasının değer kazanmaya eğilimine girdiği, faizlerin olağanüstü arttırıldığı bir dönemde döviz tevdiat hesabı açtıranlar bunu neden yapıyorlar? Bunlar TCMB Başkanının görevden alınacağını biliyorlar mıydı? Bunun mutlaka soruşturulması lazım. Çünkü Başkanın görevden alınacağını içeriden bilenler, tek bir günde servetlerine servet kattılar. Bunların kim olduğunun açıklanmasını bekliyoruz. Ama TCMB kasasında buharlaşan milletin 128 milyar dolarının hesabını soramayanların, bunu soruşturacaklarını da hiç sanmıyoruz. Yeni TCMB Başkanı bugün çıkmış, “Hemen faiz indirilecek ön yargısı doğru değil” demiş. Şimdi bu lafın neresini düzelteceksin. Güler misiniz, ağlar mısınız? İnsanın fikri neyse zikri de o olmalı. Madem faizi hemen indirmeyecektiniz, yazarı olduğunuz gazetede, 200 baz puanlık faiz artışına neden kazan kaldırdınız? Köşenizden “Faizi indir” diye bağırdığınız gün, Dolar kuru 7 lira 22 kuruştu. Bugün dolar kuru 8 lira 15 kuruş. Avro kuru 8 lira 59 kuruştu. Bugün 9 lira 63 kuruş. Ülkenin risk primi 309 puandı. Bugün 464 puan. 10 yıllık tahvilin faizi yüzde 14’dü. Bugün yüzde 19. Şimdi neden çark ettiniz? Madem faizi düşürmeyecektiniz, madem işler aynen devam edecekti Naci Ağbal’ı neden görevden aldınız bunu millete açıklamak zorundasınız. Bu millete Naci Ağbal’ı görevden alarak yaşattığınız sıkıntının sebebi ne? Neden bu kararla milleti yoksullaştırdınız.
MİLLET YATAYI DA DİKEYİ DE GÖRÜYOR
Ama bakıyoruz bunun yerine, TCMB Başkanı daha ilk günden, milleti ön yargılı olmakla suçluyor. Ne de olsa Tek Adam Vesayet Rejimlerinde, millete tepeden bakmak, milleti suçlamak adettendir. Zaten saray artık milletin bakış açısını da beğenmemeye başladı. Millet yatay baktığında lebalep kongre salonu görüyor. Sarayın Grup Başkanvekili tepeden bakınca salon nizami diyor. Millet yatay baktığında, AK Parti’nin büro elemanın burnundaki uyuşturucuları görüyor. Saraydan tepeden bakanlar onun burnunda “pudra şekeri” görüyorlar. Millet yatay baktığında, memura yapılan zam yüzde 3 oluyor, ama Saraydan tepeden bakınca, BİST yönetimindeki şürekasının huzur haklarına yüzde 33 zam geliyor. Millet yatay bakınca, Adana’da 200 kişilik işçi kadrosuna 52 bin kişinin başvurduğunu görüyor. Bunun 45 bininin de üniversite mezunu olduğunu görüyor. Bu ne yaman bir işsizliktir diyor, ama sarayın vekilleri tepeden bakınca, bu kalabalığa “işte bunlar iş beğenmeyenler” diyor. Millet işsiz sayısına yatay baktığında 10 milyon işsiz görüyor. Saray tepeden bakınca, son bir ayda iş bulamayanları işsiz olmaktan çıkarıyor işsiz sayısı 4 milyon diyor. Millet yatay baktığında çöpten rızık toplayanları görüyor. Saray tepeden bakınca “ülkede açlık yok” diyor. Millet yatay baktığında zam ve zulüm görüyor. Saray tepeden bakınca adını “güncelleme” koyuyor. Millet yatay baktığında soygun ve talanı görüyor. Saray tepeden bakınca “dövizli ihaleleri” görüyor. Millet yatay baktığında “ihaneti” görüyor. Saray tepeden bakınca “açılım” görüyor. Millet yatay baktığında “FETÖ’ye yardım ve yataklık” görüyor. Saray tepeden bakınca, “kandırma, aldatılma” görüyor. Aslında kimsenin kuşkusu olmasın. Milletimiz bunların yatay, dikey, ne yaptığını gayet iyi görüyor. Notlarını veriyor. Sabırsızlıkla da sandığı bekliyor. Sandık önüne geldiğinde de bunları evlerine gönderecek, bu ikiyüzlülüğe son verecek.
CHP İKTİDARINDA BUNLARI YAPACAĞIZ
Cumhuriyet Halk Partisi olarak iktidara gelir gelmez, siyasetin finansmanı ve siyasette ahlak yasasını mutlaka çıkaracağız. Kamu kaynaklarının talanına asla seyirci olmayacağız. Asla ama asla, “Kol kırılır, yen içinde kalır” demeyeceğiz. Herkes kullandığı kamu kaynağının hesabını sonuna kadar verecek. TBMM’de bunun için bir Kesin Hesap Komisyonu kuracağız. Başına da muhalefetten bir milletvekilinin gelmesini sağlayacağız. Sayıştay’ı gerçek işlevine kavuşturacağız. Ve bugün tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenden, yaptıklarının hesabını elbette yargı önünde soracağız.
KISA ÇALIŞMA MART SONUNDA BİTİYOR, ÇİFTÇİYİ YİNE HACİZ YAĞMURU BEKLİYOR
Erdoğan’ın şahsım hükümeti salgında, milletimizi canıyla, cüzdanı arasına da sıkıştırdı. Salgında milletimizi bir başına bıraktı. Milletimiz büyük fedakârlıklara katlanmak zorunda kaldı. Ama günlük vefat sayıları yeniden, 150’nin üstüne çıkmaya başladı. Vaka sayıları da 30 bin civarında geziniyor. Aşılamada da işler hala çok yavaş ilerliyor. İki doz aşısı tamamlanan yurttaşlarımızın sayısı, sadece 6,6 milyon. Toplumsal bağışıklık için, 63 milyon yurttaşımızı hızla aşılamamız lazım. Ancak bunun sadece yüzde 10’unu aşılayabilmiş durumdayız. Aşı tedarik takviminde ciddi sarkmalar var. Tarih sürekli ileri atılıp duruyor. Bunun sorumlusu kim? Ülkeyi kim yönetiyor? Elbette Erdoğan ve onun Şahsım Hükümeti. Mart ayının sonuna geldik. Erdoğan, “Kısa çalışma ödeneğini son kez, 31 Mart’a kadar uzattık” demişti. Eğer bir değişiklik olmazsa 1 milyon 300 bin civarında çalışanımız ya işsiz kalacak ya da günde 47 lirayla ücretsiz izinli sayılacak mağdur olacak. Mağdur olan bir başka kesim ise çiftçilerimiz. Çiftçilerin borçları tüm ısrarlı taleplerimize rağmen yapılandırılmadı. Zaten bugünde yapılan toplantıda Erdoğan çiftçinin hiçbir sorunu yok dedi. 24 milyar para vereceğim rahat etsinler dedi. 24 milyar sizin çiftçiye 1 yılda vermeyi taahhüt ettiğiniz paranın yarısı. Bu kadar rahat olduğunu düşünürse çiftçinin borçlarını da yeniden yapılandırma ihtiyacı olduğunu düşünmüyor. Tarım Kredi Kooperatifleri, Tarım Tefeci Kooperatifi olmuş. Çiftçilerimiz inim inim inliyor. Tarım Tefeci Kooperatifleri, tepkiler üzerine, çiftçilerimize gönderdiği icraları 3 aylığına durdurmuştu. Şimdi bu ay sonunda onun da süresi doluyor. Çiftçilerimizin traktörüne, tarlasına, ineğine, yine hacizler yağmaya başlayacak. Peki, tüm bu sorunlara kim çözüm bulacak? Bu ülkeyi kim yönetiyor? Elbette Erdoğan ve onun Şahsım Hükümeti.
ATATÜRK BÜSTLERİNE SALDIRININ TAKİPÇİSİYİZ
Erdoğan şahsım hükümeti görevini yapmıyor. Koltuğunu korumak için vesayet ve taviz siyaseti izliyor. Vesayeti altındaki yargıçlar eliyle, İlkokullarda Andımızın okutulmasına izin veren yargı kararını, devlet madalyalarından Atatürk kabartmasını kaldırttı veriyor. Tabi Atatürk düşmanları da bundan cesaret alıyor. Nasıl ki kadın düşmanları İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasından cesaret aldığı gibi. Hemen sahneye çıkıyorlar. Nitekim dün milletvekili olduğum Tekirdağ’da, okullardaki Atatürk büstlerine ve heykellerine, planlı, organize saldırılar oldu. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu hain saldırıları lanetliyoruz. Sorumlularının biran evvel yargının önüne çıkarılmasını ve bu alçak eylemin tüm boyutlarıyla meczup falan demeden aydınlatılmasını bekliyoruz. Bu müessif olayın sonuna kadar takipçisi olacağız. Milletimiz herkesi yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla görüyor. Notlarını veriyor. Sandığın daha fazla gecikmeden önüne gelmesini istiyor. Sandık önüne geldiğinde de gereğini yapacak. Bu kibirli kadroları evlerine gönderecek.
Ankara
21.11.2024