“Ya yolu açacağız, ya da yol açacağız” gibi çarpıcı bir sloganla yola çıkan, özellikle kadınlar ve gençlerin ilgi odağı olan, Cumhurbaşkanı Adayı Yaşar Aydın´ın gazetemize yaptığı açıklamalardan önemli satır başları.
HAYATINI İNSAN DAVASINA ADAMIŞ BİR POLİTİKACI
Kendisini tanıtmaya, 13 yaşından beri siyasetin içinde olduğunu belirterek başlayan Aydın konuşmasına “1993´ten beri, bir davası ve misyonu olan önemli bir gençlik grubunun liderliğini yapıyorum. Bu misyon tamamen insan onuruyla doğru orantılı bir misyondur. Siyasette gençlik yapılandırmalarından tutun parti genel başkanlığına kadar çeşitli kademelerinde görev aldım
Türkiye ve yaklaşık 30 ülkede çeşitli siyaset içerikli konferanslara konuşmacı olarak katıldım.
Yaşar Aydın´ı tanımlarken kısaca: kendisini insan davasına adamış bir politikacı diyebiliriz. Her ne kadar politikacı terimi başta ülkemiz olmak üzere Ortadoğu´da artık iyi anılmıyor olsa da, yaptığımız iş bu şekilde tanımlandığı için böyle ifade ediyorum” diye devam etti.
ONURA MÜDAHALE KİMSENİN HADDİ DEĞİLDİR!
Onur Hareketi oluşumunun kuruluş düşüncesi hakkında bilgi veren Aydın, ülkede yaşayan her bir ferdin düşüncesi, inancı ve ideolojisi ne olursa olsun, onurlarının çok ciddi zedelendiğini ve onurlarını koruma noktasında ciddi yaralar aldığını vurgulayarak
“İnsanlarımızın kişilik ve onurları, ülke tarihinin hiçbir döneminde bu dönemdeki kadar saldırıya maruz kalmadı” dedi.
Yaşar Aydın “Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, insanların ülkeye ve topluma kattığı katma değere, yaptıklarına değil, din, dil, etnisite gibi, tartışmasız özeli ve dokunulmazı olan özelliklerine bakılıyor. Bu saldırı ve müdahale, görevi konumu ne olursa olsun kimsenin haddi değildir” diyerek, kişinin sadece kendisini alakadar eden konularla ilgili toplumun paramparça edildiğini ve bunun siyasetin birinci ana ölçekli malzemesi haline geldiğini belirtti.
İnsanların inancı, mezhebi, etnisitesi ideolojisi hatta yaşadığı bölge üzerinden tartışılır ve yargılanır olduğunu, dolayısıyla bu haksız yaklaşımın, iktidarın desteklediği mutlu azınlık dışında kalan tüm insanların onurunu zedelediğinin altını çizen Yaşar Aydın:
“Onur hareketi 1993´ten beri varlığını devam ettiren önemli bir harekettir. Son 15 yıldan beri insan onuruna yapılan bu saldırıları mazur görmeyerek, karşı bir duruş sergileyen, ciddi bir mukavemet gösteren ve bunu siyasi bir edep ve üslupla yapan bir dava hareketidir Çünkü dünyada hiçbir ulvi dava ve değer insan onuru kadar değerli değildir” dedi.
BUGÜN DEĞİLSE NE ZAMAN?
Kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın, bu acıyı sadece belli kesimlerin değil, herkesin yaşadığını ve bu coğrafyada yaşayan insanların, tek ve ortak dertlerinin insanca yaşamak, değer görmek ve yarına güvenle bakmak olduğunu söyleyen Aydın “Ne zamanki bu ülkede yaşayan gençler, birbirinin özel değerlerine bakmadan, ülke ile ilgili gelecek hayallerini birlikte kurmaya başlar, o zaman sorun çözülmüş demektir.
Onur hareketinin en büyük iddiası ve vaadi bunu gerçekleştirmektir. Bunu başardığınızda kan gözyaşı ve öfke bu toprakları terk edecektir. Yaşadığımız bunca acı bugün bizi bir araya getirmeyecekse, bugün geleceği birlikte kurgulayamayacaksak, ne zaman yapacağız? Yarın çok geç olacaktır” dedi.
HASSASİYETLERİMİZİ SİYASİ ARGÜMAN YAPTILAR
Aydın, mevcut siyasi süreci ve yapılan siyaseti eleştirerek. “Bizimle oynamalarına bizi birbirimize düşürerek rant, oy ve koltuk devşirmelerine izin verme zamanı değildir artık bu zaman. Çünkü çocuklarımızın geleceği sıkıntıdadır.
Toplumu yönetenler belli bir dönemden sonra oy almak kaygısıyla hassasiyetlerimizi değerlerimizi kutsallarımızı siyasi argüman olarak kullandılar. Son 15 yıldır katlanarak arttı ve toplumsal bir travmaya dönüştü” diyen Aydın sözlerine şöyle devam etti.
“Mevcut iktidar ve muhalefetin halk tarafından bir karşılığı olmadığını referandumda gördük. Çok sayıda parti bir araya geldiği halde ancak yüzde 51 oy alabildiler. ( yapılan hilelere değinmiyorum üstelik) Sonuç tablosunu iyi ve doğru okumak gerekir. Bakınız, düz ve doğru mantıkla iktidarın oyları yükselirken muhalefetin, keza muhalefetin oyu yükselirken de iktidarın oyunun artması gerekmez mi?
Ama Türkiye´de öyle bir sıkıntı var ki, siyaset öyle bir kangren olma noktasında ki, iktidarın oyu düşerken muhalefetin de oyu düşüyor. Bu garip sonuç, vatandaşın en az iktidara olduğu kadar muhalefete de duyduğu tepkiden kaynaklıdır. ‘İktidar onurumuzla bu denli oynarken, bize bu kadar haksızlığı yaşatırken, sen beni savunmuyorsun! Pasifsin! Zayıf kalıyorsun!´ tepkisidir bu.
Dikkat ediniz muhalefet her hassas ve hayati konuda aynı nakaratı tekrarlamaktadır ‘Hükümetin yanındayız´ Böyle bir muhalefet mantığı olabilir mi? Muhalefetin kendi görüş, öneri ve düşüncesi farklı bir söylemi olamaz mı? ‘Hayır, arkadaş bu yanlıştır doğrusu böyle olmalıdır´ diyemez mi? Eğer senin farklı bir duruşun, düşüncen, rengin yoksa zaten etkisizsin. Dolayısıyla iktidar ve muhalefet özellikle kadınlar ve gençler noktasında ciddi bir evirilme içerisindedir. Onur Hareketi kadınlar ve gençlerden ciddi bir sempati, destek ve talep görmektedir.”
BIRAKIN İNSANLAR KONUŞSUNLAR! BIRAKIN TARTIŞSINLAR!
Türkiye´nin bir siyasi parti sıkıntısı olduğunu düşünmediğini belirten Yaşar Aydın 16 Nisan Referandumu sonuçlarına da değinerek “Referandum sonuç bildirgesi bize bunu dedi. Her kesimin sevdiği güvendiği bir aday her kimse, vatandaş yüz bin imza için ona gönüllü olarak gidip noter onaylı imza atacaktır. Siyasi partiler bitmiş ve milletvekillerinin hiçbir etkisi kalmamıştır. Peki, bu doğru mudur? Elbette hayır.
Zaten biz referandumda hayır oyu kullandık. Tek adamlığa elbette karşıyız. Ancak ortada bir vaka var ve biz buna göre bir pozisyon almak zorundayız. Parlamentonun devre dışı kalmasına karşıyız. Yasama yürütme yargı erklerinin tamamen pasifize dilmesi ve bir adamın eline verilmesine karşıyız. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin çok daha kuvvetli ve kendine hakim olması parlamentonun daha güçlü olması taraftarıyız.
Bundan önceki parlamenter sistemin Cumhurbaşkanı´nın, Başbakan´ın, kısaca yasama yürütme ve yargı erklerinin görevleri konusunda kurulan sistem ideal ve demokrasiyle çalıştırma noktasında en etkin ve doğru sistemdir. Bir ülkenin kaderi bir kişinin iki dudağı arasına teslim edilemez.” dedi.
“Türkiye´de kurumların sıkıntısı yoktur insan kalitesi sıkıntısı vardır” diyen Aydın, Bundan önceki sistem için ‘Meclis çalışmıyordu, koalisyon oluyordu, tıkanma yaşanıyordu´ gibi söylemler kullanıldığını, bunun çok demokratik bir durum ve zenginlik olduğunun altını çizerek “Bırakın insanlar konuşsunlar. Bırakın tartışsınlar. Ancak bu şekilde topluma, üretime, sanata, teknolojiye ve bilime katkıda bulunabilirler.
Konuşamayan, fikrini söylemekten çekinen toplumlarda bir üretim olmaz, bir katma değer çıkmaz, Kültür, Sanat, felsefe gelişemez.” dedi.
ACİLEN CUMHURİYET AYARLARINA DÖNMELİYİZ
Acilen Cumhuriyet ayarlarına dönülmesi gerektiğini belirten Aydın, “Bize öyle bir ülke inşa edilip emanet edildi ki, her kesimden insan kendini ifadeye yer bulabildi. Meselemiz mevcut yapıyı ülkenin kuruluş dinamiklerini tekrar aktif hale getirmektir. Tıkanıklık kurumlarda değildir, o kurumların başına getirilenler kurumları tıkamışlardır maalesef. Parlamenter sistemin işleyişinde ülkeye vermiş olduğu demokrasi zenginliğinde herhangi bir sıkıntı yoktur.” Dedi.
Aydın, önceki Cumhurbaşkanlığı pozisyonunun ve görevde bulunanların sembolik ve pasif olduğunu iddia edenler olduğunu hatırlatıp “Eleştirdiğiniz ve değiştirdiğiniz sistemde güçlü Meclis Başkanlığı, güçlü Bakanlar Kurulu, güçlü Başbakanlık vardı. Şimdi ise tüm bu oluşumlar topyekûn atıl hale getirilip yetkiler tek kişiye teslim edildi. Bu mudur güçlü yönetim şekli?” diye yanıt verdi.
HATA MİSİLLEME İLE DÜZELTİLMEZ
Aydın kendilerine de zaman zaman radikal söylemler kullandığı şeklinde eleştiriler geldiğini belirterek “Diyorlar ki; Mevcudun radikalliğini eleştirirken siz de radikal söylemler kullanıyorsunuz. Evet, bu doğrudur. Çünkü çok fazla mağduriyet var, çok fazla açılmış yaralar var. Bunların onarılması gerekiyor. Raydan çıkan bir trenin tekrar rayına girebilmesi için, siz de radikal kararlar almak ve uygulamak zorundasınız” dedi.
“Peki, siz geldiğinizde ne yapacaksınız ?” şeklindeki sorumuza ise şu yanıtı verdi. “Bakınız bu millet zaten hep yapılanlardan mustarip. O halde ne yapacağımızı değil, ne yapmayacağımızı söylemek isterim.
Bir kere biz ülkemizi bölmeyiz. Biz vatandaşımızı ötekileştirmez, dili, dini, ırkıyla uğraşmayız. Emekçiyle, üreticiyle uğraşmaz, madenciye efelenmeyiz. Hepsinden önemlisi biz vatandaşımıza racon kesmeyiz. Özetle biz bir ekibiz ve haddimizi çok iyi biliriz. Bütün bunları yapmayan da ülkeyi çok güzel yönetir.
Türkiye bir hukuk devleti. Başkanlık sistemi bir referandumla geçti. Biz geldiğimiz zaman hukuka uygun bir şekilde en kısa zaman içinde daha da güçlenerek eski parlamenter sisteme dönecektir.
Bir Cumhurbaşkanı hatta genel manada bir siyasetçi sürekli ekranlara çıkıp konuşmaz. Çok gerekliyse çıkar açıklamasını yapar sonra işinin başına döner çalışır hizmet verir. Onun asli görevi hizmet vermektir.
Örneğin biz eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül´ün YÖK seçimlerinde yapmış olduğu gibi, en az oy alan kişiyi en çok ay alan adamın üzerine getiremeyeceğiz. O zaman oradaki akademisyen de “Ben neden gidip sandığa oy verdim?” diye sorgular. ‘Benden önceki de aynısını yaptı´ diyerek misilleme yapmak telafisi imkânsız bir hatadır. Hata misilleme ile düzeltilemez.”
EVET, BU BİR ONUR DEVRİMİDİR
Yaşar Aydın konuşmasına şöyle devam etti. “Her şeyden önce adil olacağız. Öyle bir sistem inşa edeceğiz ki, eski sistemin açıklarını da kapatıp daha düzgün çalışacak hale getireceğiz. Toplumda hiçbir fert ötekileştirileciği, fikirleri yüzünden hakkının gasp edilip mağdur edileceği korkusu yaşamayacak.
Bilirsiniz, büyük devrimler bir ya da birkaç kişi tarafından oluşturulup hayata geçirilmiştir. Toplumun yüzde 80´inin yüreğinde, ruhunda böyle güzel bir ülke inşa etme hayali var. Mesele bunu hayata geçirmek, iddiasını masaya koymak ve uygulamaktır. Bunun adı devrimse bu devrim, insan onurunu yüceltecek bir devrimdir evet.
Mesela, bize çok aykırı gelse bile, herkes kimseye zarar vermeden, kırıp dökmeden, düşüncelerini çok rahatlıkla söyleyebilme hakkına sahip olacaktır. Onu yargılamak, eleştirmek, fikir yürütmek politikacının haddi olamaz. Bu, katılma veya eleştirme noktasında o grupta faaliyet gösteren başka bir bireyin haddi olabilir ancak. Cumhurbaşkanı, bu zıt fikirlerin özgürce ifade edilip hayat bulabileceği, bireyin kendini tanımlayıp, ifade edebileceği ortamı hazırlar sadece. Görevi budur.”
VATANDAŞ ÇARESİZ BIRAKILDI
Herkesin bir “Kürt sorunu” diye tutturduğunu söyleyen Aydın, ülkede böyle bir sorun olduğu fikrine asla katılmadığını ifade ederek “Ben, bu ülkeyi kuranların, kan, gözyaşı dökenlerin, ülkeyi bölmek gibi bir dertleri olduğuna katiyen inanmıyorum. Bir Kürt sorunu olduğunu reddediyorum. Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürtlerin bir vatanları ve bayrakları olduğunu düşünüyorum o da bu vatan bu bayraktır. Kürtlerin tek derdi bayrak dikerek kurdukları kendi öz vatanlarında, adam gibi muamele görmek ve yaşamak.”
Asıl sorunun uygulama sorunu olduğunu temeline inildiğinde bunun çok net görünebileceğini belirten Aydın şunları söyledi “Vaktiyle ülkeyi yönetenler, ülkenin sevilmeyenlerini, cüzzamlılarını, aykırı seslerini Kürt vatandaşlarımızın yaşadıkları bölgelere gönderdiler. Halk devlet ve ülke olarak onları gördü. Doğudaki vatandaşın algısı şudur. Oradaki memura bakarak kafasında devleti şekillendirir. ‘Devlet buysa bana uymuyor kardeşim´ der.
Siz vatandaşınızı hakir görür, küçümserseniz, hakkını arayamaz ve çaresiz kalırsa ne yapacak? ‘Hırsız, rüşvetçi, zulmeden, aşağılayan, dilimden dolayı küfreden adamları bana gönderdiniz. Benim kurduğum vatanda bana efelik yaptınız, dışladınız.´ diye düşünen insanlar kendisini ifade etmek ve sesini duyurmak için çözüm yolları arar. Bu bağlamda yapılan eylem ve mücadele, demokratik bir zeminde olmuş olsaydı çok daha yerini bulur bu boyuta gelmeden çözülürdü diye düşünüyorum.
DİL SORUNU YOK, ÖFKE VE NEFRET DİLİ SORUNU VAR
Konuşmasında dil tartışmalarına da değinen Yaşar Aydın, dilin, insanların kendini ifade edebildiği, hayata tutunduğu, gelecek kurgusu yaparak, kültürünü yaşattığı en önemli aygıt olduğunu vurgulayarak şu açıklamalara yer verdi. “Eğer biz ülkemizde yaşayan Kürt vatandaşımızın dilini, gelişme, büyüme ve birliğimizde bir engel, ayağımıza bir bağ, geleceğimizle ilgili kurgumuzda bir tehlike olarak görürsek bunu bir yara gibi büyütür kangrene çeviririz. Oysa bunu her anlamda bir zenginlik, bir kıymet ve değer olarak görür, yaşaması ve yaşatılması için gerekli adımları atar desteklersek mesele çözülür.
‘Efendim Kürtçe ´den rahatsızlığım var ama İngiliz Michael Jackson´ı dinlemeyi çok seviyorum” diyorsan ben senin kardeşliğinden, iyi niyetinden şüphe ederim. Ben kendi adıma, İngilizce bir şarkı dinlemek yerine, kardeşimin dili olan bir uzun havayı, bir ağıtı, türküyü dinlemeyi tercih ederim. Çünkü dinlerken kendimi buluyor, hayal kurabiliyorum.
Biz “Kararlı ve Onurlu Millet Yürüyüşü” şiar ve sloganıyla yola çıktık. Biz halkımızın kültürü, türküsü, yemeği, halayı, horonu ve misketini çok iyi biliyoruz. Biz yurttaşların kendi arasında bir problem yaşadığına asla inanmıyoruz. Siyasetçilerin oy devşirmek için geliştirmiş olduğu bu öfke ve nefret dili ülkeyi bu hale getirdi. Çünkü siyasetten elde edilen çok büyük rantlar var. Dolayısıyla siyasetçiler elde ettikleri bu olağanüstü rantları kaybetmeyip devam ettirmek için bu öfke, şiddet, bölünme ve parçalanma dilini daha da derinleştirdiler.”
ONLAR BİZE KENDİNİ İSPATLASIN!
Toplumun ciddi bir psikolojik travma geçirdiğinin altını çizen Aydın “Öyle bir noktaya geldik ki; Toplumda herkes kendisinin ne kadar milli olduğunu hain olmadığını ispatlama noktasına gelmiş. Hemen herkes, hain olmadığını bayrağını ve milletini çok sevdiğini ispatlamak zorunda hissettiriliyor. Bir insana yapılabilecek en büyük psikolojik işkencedir bu.
Düşünebiliyor musunuz? Birlikte yaşayan her inanç ve ırktan yurttaşlar, daha ortada vatan yokken el ele verip direnerek, mücadele ederek, bazen ayakkabı köselesi, bazen at pisliğinden katık bulup yiyerek, kanıyla, canıyla bayrağını dikmiş ve bir vatan kurmuşlar. Şimdi bunların çocukları bu ülkeyi ne kadar sevdiğini ispatlamaya çalışıyor. İnanılır gibi değil!
Biz diyoruz ki: Bizim böyle bir kompleksimiz yok. Ülkemize bağlılığımızla ilgili kimseye bir şey ispatlamak zorunda değiliz. Karşı taraf bize kendini ispatlasın. Bu dili, bu söylemi kim geliştirdiyse, onlar bize vatan sevgilerini ispatlasınlar görelim.”
BU MİLLET HER TÜRLÜ MİLLİYETÇİLİKTEN YORULDU
Onur Hareketi Lideri ve Cumhurbaşkanı Adayı Yaşar Aydın konuşmasının sonunda mevcut ve olası adaylar konusuna da değinerek şu açıklamayı yaptı. “Bu millet, etnik, din ve dil milliyetçiliği adına öfke dilini kullanan herkesten çok yoruldu. ‘Bozkurtlarımla yürüyorum” diyenden de ‘İslamcılarla yürüyorum´ diyenden de yoruldu.
Bu; bölen, parçalayan, öteleyen öfke dilinin, toplumda ve özellikle gençler nezdinde hiçbir karşılığı yoktur. Mevcut yapı bundan çok farklı bir şey vadetmiyor.
Kaybetmek gibi bir düşünce ve endişesi olmadığını, hatta ilk turda bu işin biteceğini ve açık ara farkla kazanacağını belirten Aydın konuşmasını şu iddialı sözlerle tamamladı. “Cumhurbaşkanlığı için adı geçen adaylar halkı yoran isimler. Benim dışımda başka aday çıkacağını katiyen düşünmüyorum. İlk turda biter bu iş. Yüzde altmışla biz alacağız. Başka türlü olamaz.
Bu millet çok yorgun. Size vereceğim çok basit bir örnek yeterince açıklayıcı olacaktır. İttifaklar yapıyorlar. On binde bir oy alan adamın oyuna ihtiyaç duyuyorlar. Güçlü adamın ittifaka ihtiyacı olur mu? Olmaz. Tek geliyoruz ve biz kazanacağız.”