İnsan, ne zaman kendini olduğundan büyük görmeye başlarsa, işte o zaman kaybeder. Kibir, fark edilmeden ruhu sarar, düşünceyi esir alır ve en büyük hakikatin bile önüne perde çeker. Çünkü kibirli insan, kendi sesinden başka hiçbir sesi duyamaz. Hakikatin fısıltısı ona erişemez, çünkü o, kendi suretine hayranlıkla bakarken her türlü sesi kısar.
Kibir, bir aynadır; fakat bu ayna gerçeği yansıtmaz, onu çarpıtır. İnsan kendini olduğundan daha yüce, daha kusursuz ve daha bilge zanneder. Oysa o aynaya yakından bakıldığında, arkasında boşluk ve kırılmaya hazır bir benlik saklıdır. Ne kadar büyüdüğünü zannetse de aslında içten içe küçülür, hakikatten uzaklaşır. Bu aynaya bakan kişi, sadece kendini görür; başkalarını ve onların hakikatini fark edemez. Bu yüzden kibir, insanı yalnızlığa mahkûm eder.
Tarih boyunca büyük çöküşlerin ardında hep kibir vardır. Firavunlar, krallar, tiranlar… Hepsi, seslerini en yükseğe çıkararak hükmetmek istediler. Ama ne oldu? Kendi seslerinde boğuldular. Çünkü kibir, insana önce baş döndürücü bir yükseklik hissi verir, sonra ise o zirveden aşağı savurur. Kibrin inşa ettiği kule, temelsizdir. Bir sarsıntı yeter.
Ne yazık ki kibirli birine hiçbir akıl ve mantık işlemez. Ne kadar güzel sözler söylense, ne kadar hakikat gösterilse de kibirli insan kulaklarını tıkar, gözlerini yumar. Çünkü kabul etmek, büyüsünü bozar. Onun inşa ettiği sahte yücelik, gerçeğin ışığına dayanamaz. Kibirli insan, duymak istemez, çünkü işittiği her doğru, onun yanılgısını ortaya çıkaracaktır.
Kibir, insanın en mahrem zaaflarından biridir. O, öyle sinsice büyür ki kişi, kendini kibirli sanmaz; aksine, haklı, üstün ve vazgeçilmez biri olduğuna inanır. İşte bu yüzden kibir, fark edilmesi en zor, düzeltilmesi en güç hatadır. İnsan her yanılgısını düzeltebilir ama kibir, yanılgıyı kabul etmeye izin vermez.
İnsan, başkasının kibirli olduğunu hemen fark eder ama kendi içindeki kibri görmek istemez. Ne de olsa göz, kendisini göremez; bir aynaya ihtiyaç duyar. Fakat kibirli insan, o aynaya bakmayı reddeder. Ona bir yanlışını gösterdiğinizde, önce inkâr eder, sonra küçümser, en sonunda da saldırıya geçer. Çünkü kibir, her eleştiriyi bir tehdit, her öğüdü bir aşağılama olarak görür.
Oysa hakikat, kibirli insanın karşısında susar. Çünkü o, duymaya değil, duyurmayı ister. Kendisi konuşmalı, kendisi haklı olmalı, kendisi önde durmalıdır. Onun gözünde başkaları sadece birer figürandır; sahne ise tamamen ona aittir. Ama sahne ışıkları söndüğünde ve perde kapandığında geriye ne kalır? İşte kibirli insanın trajedisi budur: Kalabalıkların hayranlığıyla beslenir ama yalnızlığın soğuk gerçeğiyle karşılaşır.
Gerçek büyüklük, tevazudadır. Zira tevazu, insanın kendisini en iyi tanıdığı hâlidir. Tevazu sahibi kişi, ne olduğunu ve ne olmadığını bilir. Hakkı teslim eder, bilgiyi paylaşır, sözü dinler. O, gücünü kibirden değil, bilgelikten alır. Kibirli insanın ise en büyük korkusu, tevazuun aydınlığında kendi küçüklüğünü görmektir.
O hâlde, insanın en büyük mücadelesi başkalarıyla değil, kendi nefsiyle olmalıdır. Çünkü insan, dünyayı fethedebilir ama eğer kibriyle savaşmazsa, en büyük yenilgiyi zaten almıştır. Belki de bu yüzden, en yüce mertebeye erenler, en çok secdeye varanlardır. Çünkü gerçek büyüklük, insanın küçüklüğünü kabul edebilmesindedir.